Friday 30 December 2011
Barış istiyorum..
Thursday 15 September 2011
El ele ver gidek..
Amerika'da Ermeni komünitesinin en yoğun olduğu yerlerden birinde yaşıyorum aslında. Cümbüş sesine çok uzak değilim belki. De iste bulup keşfetmek lazım. Bunu başka yazılara saklayayım. Ermenilerin ruhlarinin kol gezdigi topraklarda büyümüş, onların taşı taş üstüne koydukları memleketin çocuğu olarak, yaptiklari hemen her ise hayranlığım garip karşılanmaz diye umuyorum. Her ud çalan Ermeniyi uzunca dinleyebilirim misal. Dedim ya bebekken fazla dinletmişler herhalde, kulağa değmiş bir kere! El ele ver gidek püruthanaya da dinlemekten de söylemekten de müthiş keyif aldığım parçalardan biri. Kazancı Bedihle Bedri Ayseli kuskusuz iki usta icracisi bu eserin. Kazancı'dan dinlediğimde çok küçüktüm. Ibo Show'da söylemişlerdi: O sahne gitmez gözümden, tutamayıp kendimi bagira bagira söylemiştim mutfakta, evde misafirler varken (sonra ne olduğunu anlatmayacağım!), tabii ezberlemek dünyanın en kolay işi malum çocukken benim için. O yaştan atlamıştım müzik işlerine. Her ne kadar bu yaşta çıkmış olsam da o yaşta var imiş canım bir şeyler. Ha olur da merak ediyorsaniz soyleyeyim, o yaslarda var olan seyler ne yazik ki artik YOK: Aşağıdaki videoda da nasıl güzel şarkı sözü unutabildiğimin kanıtı mevcut. İşte yaş ilerliyor. Dostlarla meşkin keyfi bambaşka, söz unutmak bile keyfi kaçırtmadan dinletiyor insana şarkıyı. Hem İzzet Altınmeşe bile karıştırıyor söylerken benim unutmam çok mu?
Grup KNAR'in muazzam ermenice albümünde de ermenicesi mevcut.
Bir de Yervant Bostancıyan versiyonu mevcut tabii.
http://www.facebook.com/video/video.php?v=437197070802&ref=mf
Tabii Celal Güzelses çevirisiyle söylenmiş saçma bir türkçeleştirilmiş icrası da mevcuttur. Tavsiye dahi etmiyorum.
İzzet Altınmeşe yorumu da dinlemeye değer. Bir de dost meclisi var ki insana hissettirdiğiyle beraber dinleyince hepsinden güzel oluyor..
Buyrun;
ilk
Kendimi bildim bileli söylerim diyorsunuz del mi? Ben de..
Günün ciddi bir kısmını müzik dinleyip kalan kısmını da söyleyerek geçiren ben gibi birinin bu kadar bilindik bir türküyü duyar duymaz ilk duymuscasina urpermesi de neymiş demeyin.
Neşet baba söylemiş,söyleteni de olmuş..
Biz de dinliyoruz işte,dinleten de var adama...
Wednesday 17 August 2011
Yeni Hayat Hazırlığı
Çok mutluydum ilk duyduğumda. Nasıl bir yere gideceğimi düşünmeksizin yeni bir hayata başlayacak olmanın heyecanı bambaşka. Daha önce bunu ODTÜ'den KOÇ'a gitmeye hazırlanırken yaşamıştım. Sonuna kadar erememiştim gerçi,ODTÜ'de kalmıştım ama olsun o heyecanı bir daha yine aynı şekide hissetmek güzelmiş deyip mutluluğumun artmasına bir güzel izin verdim. Ev bakmaya başladım hayat pahalılığını düşündüm, zor olacağını anlamaya başladım yavaştan. Bana verecekleri maaşın da çok iyi olmayacağını hissedebiliyordum ama olsun diyordum ki kendime ne de olsa dönüşte (en az 5 yıl sonra:) İstanbul'da bir hayata başlayacağımı bilip heyecanlanmama yeter!! İstanbul hayali hep aklımdadir benim belki de KOÇ fikri bu yüzden hem çok yakın hem de çok sevindiriciydi benim için. Ama bu sefer İstanbul da değil. Bilmediğin bir şehir, Meleklerin Şehri,bilmiyorsun kızım ne heyecanı bu hissettiğin? Yeni hayatımın heyecanı...
Son 2-3 hafta;
Detayların çoğuna baktım. Biraz pahalı bir şehir gibi görünüyor. Herkes sürekli beni güvenlik konusunda uyarıyor. Olsun diyorum. Sen kürdistanda savaşın kucağında büyümüşsün. Ankarada her türlü saçmalığa maruz kalmışsın, İstanbulun tehlike çemberine girmişsin sıyrılmışsın. Bunun ne farkı olacak ki? Sanırım şöyle bir farkı var; alışmadığın ya da dilini bilmediğin yolunu bilmediğin bir şehri kucaklıyorsun ve tehlikenin nereden geleceğini artık seçemiyorsun! O anlamda iliklerime kadar hissedebiliyorum bu işin zor olacağını. Olsun beyav,yine de hayatı kuracağız bir şekil. Zar zor olacak.
Kaygılarım artıyor giderek.Sadece tehlike değil mesele elbet.
Ben hayatım boyunca hep bir şekilde aile hayatı yaşadım. Üniversiteye kadar ailemle. Üniversite ve sonrasında da kız kardeşlerim. Hep bir aile evi modu. Hep bir şekilde beraberlik. Hiç başkasıyla kalmamanın deneyimsizliği,dahası bunu genç yaşta değil de yani üniversite çağında değil de yaş ilerledikçe tatbik etmek,bu da zor olacak hissediyorum.(KOÇ tan aynı yere gelen bir kadınla aynı evi paylaşacağım!)
Döndüğümde hayat başka olacak. Kızkardeşlerim zorunlu hizmetleri yüzünden türkiyenin değişik yerlerinde olacaklar. Yani artık aynı evde yaşamayacağız ve evden giden ilk kişi benim. Bu şu anlamda garip. Benim hep düşe kalka ama bir o kadar da değerli bir iletişimim var onlarla. Garip anlatması da zor ama denersem eğer biraz,şöyle diyebilirim galiba,insana,bir şey yapmasa da huzur veren ve elini uzattığında dokunabileceğin uzaklıkta olan birinin olması başka bir şey! Bunu hissedemeyeceğim bir daha. Annemin hep bizim yanımızda olması da ayrı bir mutluluktu hep. Sabah çıktığımda, akşam geldiğimde koşulsuz şartsız bana bu kadar içten dokunan birinin olmayışı hayatın giderek daha zor olacağını hissettirmeye başladı şu kalan son bir kaç haftada. Sanırım giderek duygusallaşıyorum. Annesinden ayrıldığı için ağlayan çocuklara mı döndüm ne? Yok yok korkmayın ama bir insan biriyle bu kadar derin bir bağ kurmuşsa nereye giderse gitsin hep böyle sürecektir yalanına ne ben ne de bir başkası inanır! Kandırmayın kendinizi de beni de...
Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak evet, bunun farkındayım sadece. Paralamıyorum kendimi ama üzülüyorum be ne edem! Kimi bunu üniversite çağında yaşıyor işte kimi de benim gibi geç yaşlarda!
Bir dostum bir keresinde bana "biz kürtler ergenliğe geç gireriz" demişti. "Girdiğimizde de ağır gelir çok şey ve ağlanmayacak şeylere ağlanmayacak yaşlarda ağlar üzülürüz dertlerimize" demişti. Anlamamıştım pek neden böyle dediğini,sanırım anlıyorum,sen de anlıyor musun Ardıl?
Belki de en önemli kısımlarda,konuşmaktan en çok kaçmaya çalıştığım kısım yüzüme çarpmaya başlıyor. 4,5 senedir istikrarla sürdürdüğüm ilişkim. Böyle bir karar almamda en çok arkamda olan insanlardan biri olmasından kaynaklı olsa gerek hiç çok kaygılanmadım gitme zamanı bu kadar yaklaşana kadar! Ve yaklaşıyor zaman. Hafif hafif karşılıklı gerginliklerimiz başladı. Sanırım bu tip bir pratiği nasıl geliştireceğimizi ikimiz de bilemediğimizden acemiliğimizi açık ettik hemen. Zorlaşacak sanırım giderek. Gitme zamanı yaklaştıkça sanırım daha da zorlaşacak...
Hiç bavul hazırlamadım hala,sanırım hazırlamaktan kaçıyorum. Gitmekten hafif hafif çekinmeye başlıyorum. Ama neden çok mutluydum,ve ben kimsenin etkisi altında kalmadan mutluydum. Gitme fikrinin o heyecanı nerede? Neden herşeyin yerini o şeyin kaygısı alıyor? Halbuki kaybetmiyorum hiç bir şeyi sadece uzaklaşıyorum,çok uzaklaşıyorum,gitme zamanına da o kadar çok çabuk yaklaşıyorum...
Son hafta;
Uykusuzluklarım başladı. Bavulu hazırlamaktan artık kaçamıyorum. Annem açtı odama 2 bavul. Yavas yavas doldurmaya basladim. Sanirim bayagi yavasim annemden uyarilari da yemeye basladik. Yavaşlık kaçma dürtüsüyle eş burada sanırım. Gitmeyi çok istiyorum ama neden bu gerginlik?
Kızkardeşim kendisinde de amerikaya gitmeden(3 aylığına gitti) kendisinde de benzer gerginliklerin oldugunu söylemişti. Karın ağrılarım başladı gariptir. Herkes arıyor görüşelim diye. Herkesle toplu bir görüşme ayarladım aslında ama ona gelemeyenler ayrı ayrı görüşelim istiyorlar haklı olarak ama ben zamanı yönetemiyorum zaten kaçıyor bir de dışarda geçirirsem kendimi daha kötü hissederim diyerek son hafta herkesten af diledim. Zamanı yönetemiyorum zaten yönetmek mümkün de değil ki,geçiyor tutamıyorsun geliyor zaman..
Gökhan çok suskunlaştı,ben de öyle,neler oluyor ya? Bir araya geldiğimizde sessiz sessiz oturuyoruz. Özleyeceğimizi biliyoruz ve bir şey diyemiyoruz birbirimize. Yasaklı cümleleri kurmamaya çalışıyoruz. Biliyorduk bu zamanın geleceğini,sadece bekliyoruz öyle suskunca..
Karın ağrılarım sıklaşıyor, uykusuzluğum da cabası,rüyalarımda sürekli uçaktayım.Benim gibi uçak korkusu olan birine atlantik uçuşu yaptırmaları ne kadar sağlıklı ki acaba:)?Hatta pasifik kıyısına da uçacağımı düşünürsek bayağı bir uçacağım. Jetlag desen allahini anasini babasini yaşayacağım sanırım. Saat farkı 10.
Leyla ilaç veriyor bana habire,görüyor beni..
Son 2 gün;
Artık annem bana sevdiğim yemekleri yapmaya başladı. Çok güzel yemek kokuları yükseliyor evde. Çok üzülüyor annem belli. Bana nedense pek güveniyor. Sanki sürekli bütün çocukları içerisinde en ok bana güvendiğini ima edercesine laflar söylemeye çalışıyor. Biliyor çok çok uzağa gideceğimi...
Kaldırmam gerektiğini,istediğimde atlayıp gelemeyeceğimi..
Gökhan desen hep bir yanımda etrafımda olmaya çalışıyor,sevdiğimiz şeyleri yapmaya çalışıyor hep. Bazen de usulca susuyor yanımda. Çok şey söylüyor bana susarak..
Karın ağrım yüzünden annemin yemeklerini yiyemiyorum. Bazen oturamıyorum ağrımdan. Müsaade isteyip odama gidip uzanıyorum 15 dk lığına da olsa. Duramıyorum çünkü. Gökhan içerde,annem sevdiklerim içeride ama ben duramıyorum yanlarında. Hiç böyle olacağını hissetmemiştim bu işe girişirken. Neden ki? Ben bu kadar zayıf olduğumu falan da düşünmüyordum. Neden süreç böyle sonlanıyor? Neden ben bu kadar etkileniyorum bu gidişten böyle? Sanırım bunun nedenini LA'e vardığımda yazarsam daha verimli olacak..
Şimdilik sadece gidiş hikayem olsun bu.
İnsanlar bana mail atıyor mesaj yazıyor arıyor hiçbirine dönemiyorum da bu stresten.
Havaalanında;
O gece hiç uyumadım. Uçağım 6da sabah.
Ank-Ist-Londra-LA. TSİ saat gece 1 de oradayım.
Havaalanında gariptir rahatlamıştım artık. Evden çıkmak çok zor oldu ama havaalanı kısmı düşündüğüm kadar sıkıntılı geçmiyor. Ne zaman ki artık ayrılık vakti geldi işte o zaman bizim suskun kediler başladılar konuşmaya gözleriyle,Bana söyleyemediklerini artık ağlayarak söylemeye başladılar. Çok üzüldüm çok...
Yolculuk;
Tüm yolculuk boyunca rahattım. Ama sanki aklım alınmış gibiydim. Tek isteğim bir an önce varmak ve onları rahatlatmaktı. Kulağımda müzik vardı hep. Dostların bana yolladıkları müzikler...
Dinledim dinledikçe ağladım,sonra uyuyakaldım müziklerle uyandım müziklerle devam ettim,ara ara konuştum bizmkilerle geçişlerde. Sanırım uçak korkum da yalanmış. Ona da alışıyormus insan!
Kumru gibi uçtum. Kürtlerin kumru hikayeleri çoktur. Kumru keklik,kürtlerin sevdikleri kuşlardır...
Yolculukların kuşlarıdır,gurbetin..
Vardım ben LA deyim artık. Kokusu değişti hem havanın hem şehrin. Geldim artık. Daha da uzağa gidemezdim herhalde...
Kumrucuk "Qumrike"
Friday 10 June 2011
Büyük Anadolu Yürüyüşü ve Sudaki Suretler
İlkin "Kervan" adıyla kimisi bir kişi kimisi üç beş kişi 40 gün boyunca Ankara'ya yürüyen o insanlar anlattılar. İşin garip tarafı her sözü alan öncelikle ve öncelikle hepimize çok dargın olduğunu söyledi. Toroslardan, Rize'den, Kastamonu'dan, Foça'dan, İzmir'den gelen ve tek tek konuşan herkes... Onları ne kadar desteksiz ve bir başına bıraktıklarımızı söyledi. Pervin Ana, o gün Açık Radyo'ya "Gelenler de kendilerini mutlu etmek için geldiler. Destek verecekler olsalardı başından beri bizim yanımızda yürürlerdi" dedi. Yürüyüşçülerin hepsi gelen bir avuç destekçiye yine de teşekkür etti de biri "Teşekkür etmek isterdim size burada ama..." dedi ve yere baktı, daha da konuşamadı.
"İnsanlar suya sabuna dokunmadan doğa korunsun istiyor. Böyle korunmaz doğa."
"Ben hazır tüketime alışık değilim. O paketli gıdalar, hazır ekmekler beni çok bunalttı. Ruhumu sıktı."
"Ateşi yakıp başında düşünmek lazım. O alev alev yanan çıngıların sesini dinlemek duymak lazım. O nerden geldiği belli olmayan o gazın başına oturup da içilen çayı bile tadı yok."
Yürüyüşçülerin üzüntüsünü ve kırgınlıklarını oraya gelenlerin azlığına vurup anladığımı sanıyordum, ama bana garip gelen kendi vadilerinde ve dağlarında verdikleri mücadeleyi anlatmadan, bize sadece ve sadece sitemlerini iletmeleriydi. Açıkcası, onların dedikleri ve demediklerine dair jeton bende dün "Sudaki Suretler" belgesel filmini izledikten sonra düştü.
"Şantiye kurduk. Onlardan evvel buraya yerleştik... Burası direniş yeri. Nöbet tutuluyor. Herkes sevdiği saydığı arkadaşlarıyla beraber. İyaşe kaynıyor. Sabah çayımızı, kahvaltımızı ederiz. Burada öyle bir tatlı sohbet oldu ki. İnsanlar birbirleriyle kaynaştı. Bunun nöbet şeyinin amacı aşağıya bildirmek. Aşağıda da işaret olarak davul çaldığı zaman herkes arabasına biner buraya toplanır. Bir gecede 2 bin kişi 3 bin kişi olduğu çok oldu."
Büyük Anadolu Yürüyüşü'nün haftasonu Gölbaşı toplanması tam bir moral bozukluğu ve yitip giden, böyle devam ederse de toptan gitmesi garanti, doğa ve derelere üzülmekle geçti. Belgesel film ise o gün gölbaşında gördüğümüz insanların (evet, filmdekilerden bir kaçı aynı zamanda Gölbaşı'na bizim de desteğimizi almak için yürümüş gelmiş yürüyüşçülerdi) kendi bölgelerinde nasıl bir "Kurtuluş Savaşı" verdiklerinin, kesinlikle abartmıyorum destansı bir anlatımıydı. Gece ve gündüz vardiyalarla ormanlarında, derelerinde ve vadilerinde devlet ve şirket "eşkıya"sına karşı nöbet tutan köylüler vardı. Onlar ki mahkeme kararlarına rağmen laf dinlemeyen müteahhitilere ve mühendislere en münasip dille karşılık verdiler. İşte o zaman bize o gün orada tam anlatamadıklarını (veya bizim kavrayamadığımızı) hem kendi dillerinden, yüreklerinden dinlemiş olduk; hem de taşlarla sopalarla direnişlerine kayıtlardan birebir şahit olduk.
"Çalışma yok bizde. Doğamız olduğu gibi duruyor. Bölgemiz olduğu gibi kaldı. Sahip çıktık, evimize suyumuza... 600 haneli 2 bin nüfuslu Sülekler köyü (Korkuteli-Antalya) tek yumruk oldu. 'Canımızı veririz, suyumuzu vermeyiz', dediler. Birliktelikle bu işi buraya getirdik..."
"Mutahit sanki burasıni bi harptan almış gibi, o gözle gördu. Yoldan geçerken selam bile vermedi. Çayumuzi eşti, kireç dökmüştü. Devamlı mahkemeyle, jandarmayla uğraştık... Zopa kullandık yani anlayacağan. Türkçesi..."
Hukukî açıdan anladık ki değiştirilen kanunlar, inşaaya zaman kazandırmak için binası ordan oraya taşınan adli birimler, her şey ama her şey daha büyük bir kıyımın ve doğa katlinin habercisi olacak. Bugün adına "hukuk" dediğimiz şey evrensel ve bir arada insani bir şekilde yaşamamız için konulmuş genel-geçer kurallar değil. Tamamen hükümetin mevcut konjonktürüne ve kendisine yakın-uzak şirketlerin işlerine devam etmesi için yazılıp bozulan bir yamalı bohça. Hukukun yakın vakitteki haliyle, gönüllü avukatların günde 4 saat uyuyarak "uygulanmayan" durdurma kararları aldırmışlardı. İşlerin hukuki süreci için zamanını veren 18 avukattan bir tanesi artık önümüzdeki bir sene içerisinde böyle kararların alınmasının bile mümkün olamayacağını ayan beyan anlattı. Bütün detaylarıyla, tam bir saat boyunca.
"Şirket sahibi açıklama yapmak istedi ama, 'Ben cebimi düşünürüm. Menfaatimi düşünürüm. Kimseyi düşünmem. Sizin suyunuz bitiyomuş mitiyomuş beni ırgalamaz. Ben cebimi düşünürüm.' dedi. Elini böyle cebine vura vura anlattı meydanda. Halk da dert etti. Kesinlikle olmaz dediler. Hatta dövceklerdi, ellerinden zor aldık. Gönderdik."
Bunun yanında,
1. Enerji konusunda donanımlı bir insan, köşeyazarı, araştırmacı Özgür Gürbüz
- Avrupa'nın nasıl nükleer işinden adım adım çekilmeye başladığını;
- Güneş, rüzgar ve jeotermal kaynaklar açısından Avrupa ülkelerinden kat-be-kat zengin olan Türkiye'nin, hükümetin yerli ve yabancı işletmecilere HES'ler, nükleer ve termik santral işletme/ kurma sözü ve teminatları yüzünden bunlara asla yanaşmadığını;
- Söylemde bile güneş, rüzgar ve jeotermali dilimize "alternatif" olarak sokup nükleere alternatif demeyenlere, "Sensin Alternatif!" dediğini anlattı.
"Aha yirmi tene, otuz tene böyle sopa yonttik. Sakliyruk. Hepisine... Gelene bi sopa. Bu suyi, hangi anasini avraduni satturmayun bana... Kimseye vermeyiz! Suyumuz na burdan akacak ha boyle. Anladunuz mi?!"
2. Eski Ziraat Mühendisleri Odası başkanı ve CHP Ankara Milletvekili adayı Gökhan Günaydın tarım ve hayvancılığın geldiği, etrafmızdaki gıdanın pahalılığı ve lezzetsizliğinden anlayabileceğimiz, inanılmaz noktayı rakamlarla ve örneklerle anlattı. Gölbaşı'ndan değil ama ertesi gün bir kanalda anlattığı Kalecikli ve Karacabeyli iki köylüyle yaşadığı hadiseleri detaylarını hatırayabildiğim kadarıyla aktarayım:
- Kalecik'e bağlı bir köye gitmiş. Köy kahvesinde muhabbet edilirken kahvedekilerden biri mağrur bir şekilde, "Beyim bunların hepsi bu sene tarlalarını tapanlarını satmak zorunda kaldı. Ben ise hiç bir şeyimi kaybetmedim", demiş. O niye, diye sormuş bizimki cevabını da almış: "Tüm köyde bu sene tarlasına hiç bir şey ekmeyen bir ben varım. Boş bıraktım. Benim haricimde sulama, mazot, tohum masrafından ve verilen düşük fiyattan dolayı herkes zarar etti. Sonra hpsi kendi tarlalarını satmak zorunda kaldı."
- Karacabey'e bağlı bir köye gitmiş. Hayvancılık yapan bir köylü, "Ne zaman ahıra girsem hayvan bana ben hayvana, hasımmışız gibi ters ters bakışıyoruz. Düşük süt fiyatlarından maliyeti azaltmak için yemi ya çok az ya da en kötü olanından verebiliyorum. Bir mezbahaya götürüp versem ben ortada kalacağım için gönderemiyorum da. Birbirimizden nefret ederek yaşamak zorunda kalıyoruz."
"O nası geçer burdan. Geçemez asla. Valla da billahi de yakarım arabalarını!"
3. Bartın Platformu'nun eşbaşkanı destek ve motivasyon adına Bartın'da kurulmaya çalışılan Termik Santrala yıllardır nasıl direndiklerini anlattı. Bunları anlatırken, memleketinin güzelliğini savunabilmiş ve onu üç-beş rantçıya kurban vermemiş bir adamın huzuru ve mutluluğu vardı yüzünde.
"Biz derelerumuzi verduk mi, burda daha hiç bi yeşulluk görmezuk. Bi ihtiyacumuzi göremezuk. Biz bu dereden geçiniyik. Odunumuzi, hayvanumuzi... Çayumuz var. Onunlan geçiniyik. Derede baluk tutayiriz, onu yiyeyiriz. Ne belieyim, okkadar bize lazum bir deremuz var ki... Belki de bombarduman ederdum onlar gelseler bi şeyler kursalar."
Günün sonunda, ülkenin kırsalında ve doğasında yaşanan katliamı anlamak için "şehirli" olmanın yettiğini anladım. Şehirlinin ne kadar bîhaberse köylü de o kadar bîçare aklıyor, bunu da anladım. Gölbaşında bize olan dargınlıklarına hak veriyorduk ama neden bu kadar üzgün ve umutsuz olduklarını tam kavrayamamıştım.
"Tek yolu var buranın. Girişi var çıkışı yok. Hem gatmayız, hem girdi mi çıkarmayız. Kadın olarak, köylü olarak. Hepimiz. Hücum."
Herkese dargınlar. En başta yürümeyenlere, aynı davada olup da onları hükümetin bir aracı gibi gösterenlere, Pervin Ana'nın deyişiyle mürekkep yalamışlara, okumuşlara. Ben de o insanlardan biriyim. Ama bundan sonra, elimden gelenden daha fazlasını yapmaya da kararlıyım.
Wednesday 25 May 2011
Göremediklerimizi görelim: Alizadeh, Khaladj ve Hamavayan
Saturday 21 May 2011
İzmir günleri
Tuesday 17 May 2011
Ortaya karışık bir gün
Fizik'in önünden yürüdüm bölüme gittim. Çatı kantininden kötü kalite yemek kokusu geliyordu gene. Oldum olası sevmedim o mekanı zaten. Orayı hızlı geçtim. Bölümün akşamki izbeliği, karanlıkta içeriden hissettirdiği metruk fabrika ürküntüsü aynı. Ama ÇSden ve çatıdan gözüken manzarası hala nefes kesici. Bölümün sakinliğine bayıldım.
Tuesday 26 April 2011
Bir Kardeş Türküler konserinin daha ardından
- Roman bir kız çocuğunun ninesiyle Sulukule'de hayata tutunmasını anlatan Nazar parçasının girişindeki "Nane Şeker" gazeli sırasında elinde sepetlerle Fehmiye, Vedat ve Feryal seyircilerin üzerine şeker serptiler. Çok 'şeker' de bir andı. Yanımızdaki bir çocuk "keşke bi daha dağıtsalar" dedi annesine, parça bitmek üzereyken.
- BGST dansçıları, daha ziyade genç kadro ile, oradalardı ve çok başarılıydılar. Gene klasik 9/8 roman dansları, semah-zikir ve halayların yanında yeni YoYo parçasının dansını beğendim. Filistinli çocukları anlatan parçada babasının getirdiği gece parlayan YoYo ile oynayan çocukların dansı vardı başta, sonrasında o YoYolar zulme ve işgale karşı atılan taşlara dönüştü.
- Arto alttaki şişe şovuna başladıktan sonra sahnenin merdivenine sotelenmiş iki tatlı kızı gördü. Onlara yaklaşırken bunlar farketti, tavşan yavruları gibi kaçışıverdiler. Arto da takibe başladı, sonra fareli köyün kavalcısı gibi şişeyi çalarak yürümeye başladı ve tüm çocuklar arkasına takıldı. Hepsini usul usul sahneye çıkardı böyle peşinde yürüterek. Çocuklar hepimize el sallayıp sahneden indiler. Sevimli ve spontan bir sahneydi.
- Son olarak Arto'nun sade ve çocuksu konuşmalarındaki gibi bu sefer "insanı sev, doğayı koru, kuzuyu öp" tadında doğaçlaması vardı ki bence çok orijinal ve kendini dinleten bir tarzdı.
Sunday 24 April 2011
Adıyaman, hâli yaman
Kommagene Uygarlığı yeniden canlanır mı?
JALE ÖZGENTÜRK
24/04/2011
40 bin yıllık tarihe sahip Adıyaman, turizm hamlesi başlatıyor. Hedef, 40 bine kadar düşen turist sayısını 1.5 milyona çıkarmak.
Kommagene Krallığı toprakları üzerinde yoksulluğu bu kadar derin yaşayan kent; Adıyaman. Komşuları Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya ile karşılaştırılamayacak kadar geri kalmış.
Tek şansı olan turizmde ise hem bölgenin güvenlik sorunları hem de yatırımsızlık yüzünden başarılı olamamış. Bölgeye 1990’lı yıllarda 300 bin turist gelirken, bu sayı bugün 40 bini zor buluyor.
200 bin nüfuslu Adıyaman’da ekonomik kriz esnafı teğet geçmemiş, esnaf dükkân kirasını dahi ödeyemez hale gelmiş. Bu kısır- döngüden kurtulmak isteyen Adıyaman’da Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, ‘ciddi bir turizm hamlesi’ başlatmak üzere hafta sonu turizm sektörünün temsilcilerini ve gazetecileri Adıyaman’a davet etti.
‘18 bin destinasyon var, fark önemli’
Başkan’ın 2020 yılı için Adıyaman’a çekmeyi hedeflediği turist sayısı 1.5 milyon. Ancak henüz bu hedeflere ulaşmanın yol haritası yok. Yıllardır Malatya ile Nemrut kavgası yapılan kentte bir turizm ruhu yok. Panellerde nasıl bir yol izlenmesi tartışıldı. Dünyanın en önemli seyahat zincirleri Thomas Cook ve TUI’nin temsilcileri önerilerini sıraladı. TUI temsilcisi Hüseyin Baraner’in “Dünyada 18 bin destinasyon turiste ‘Ben farklıyım bana gel’ diyor. Adıyaman’ın farklılığı ne olacak? Çok ciddi bir stratejik plan lazım” sözleri, bu konuda adım atmak isteyen tüm kentler için önemli.
Baraner, turistin artık yatak değil otantik yaşamlar peşinde olduğunu söylüyor ve “İhtiyaçlar iyi tespit edilmeli. Artık beş yıldızlı değil butik oteller önemli. 15 euro yerine Kapadokya modeliyle 300 dolarlık oda satmak mümkün” diyor. Baraner’in örnek verdiği Nemrut Dağı’nın altındaki Euphfırat Oteli ise bunun canlı kanıtı. Nemrut’un eteğindeki bu tek otel yenileniyor. 52 odalı otelde oda fiyatları bugün 52 euro iken, yenilenen odalar 100 euro olacak.
Adıyaman’da iki günde Nemrut’tan Cendere Köprüsü’ne, Arsemia’dan Karakuş Tümülüsü’ne kadar mutheşem bir tarih ve doğaya tanık olduk. Bu büyük potansiyelin kullanılamamasına hayıflandık, üzüldük.
Yoksulluk ve işsizlikle boğuşan bölge, bir elmasın üzerinde oturuyor ama hiçbir adım atılmıyor. Tek çözüm var bölgede kalıcı bir barış...
Anemon otel yapacak
Ege Bölgesi’nden doğan otel zincirlerinden Anemon Otel’in temsilcisi Eşref Dinçer de panel için Adıyaman’daydı. 15 otele sahip zincirin Anadolu’da yatırımlara başladığını anlattı. 2023’te 50 otele ulaşma hedefinde olan Anemon, Nemrut turizmi için 60 odalı bir otel yatırımına karar vermiş. Ancak Adıyamanlılara kötü bir haber var:Yatırım Malatya tarafına yapılacak.
Otobüs fiyatı uçağı geçti
Seyahat acentesi sahipleri doğu turlarının son yıllardaki en büyük engelini artan mazot fiyatları olarak belirtiyor. Bölgede otobüs ücretlerinin uçak fiyatlarını geçtiğini söyleyen turizmciler, “Ulaşım maliyetlerini izah edemiyoruz. Turizme destek verilecekse bu konuda verilmeli. Gemilere mazot desteği veriliyor” diyor.
Friday 8 April 2011
Yaklaşım farkı
Thursday 24 March 2011
Eyyvah Eyvah II
not: filmde en az 10 tane de çalmalı-söylemeli deniz kenarında rakı sofrası var. çok pis canım çekti.
Monday 21 March 2011
Sunday 20 March 2011
Rüya (2)
Saturday 19 March 2011
Ruz-o-şeb beşmârem, tâ biyayed (Gece ve gündüz seni beklerim, sen dönene kadar)
Hasta (bu ben oluyorum): Doktor Bey, karnım çok ağrıyor. Derdime bir çare.
Thursday 3 March 2011
Alogum Bloguma Cloguma: Hepiniz O.Ç.sunuz
4 mayıs 2007 – internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun TBMM'de kabul edildi.
18 ağustos 2007 – wordpress kapatıldı.
17 ocak 2008 – ankara 12. sulh ceza mahkemesinin kararı gereği youtube kapatıldı.
29 temmuz 2008 – dailymotion kapatıldı.
29 eylül 2008 – ekşi sözlük kapatıldı.
24 ekim 2008 – blogspot kapatıldı.
21 kasım 2008 – başbakan recep tayyip erdoğan “youtube’a ben giriyorum siz de girin” dedi.
25 eylül 2009 – türkiye’de erişime engelli site sayısının 6000’i geçtiği açıklandı.
30 haziran 2009 – googlesites kapatıldı.
24 ekim 2009 – fıratnews.com kapatıldı.
17 nisan 2010 – recep tayyip erdoğan “türkiye'de ifade özgürlüğü ne kadar daraltıldıysa, kronik meseleler o kadar ağırlaşmış, çözüm iradesi o kadar zayıflatılmıştır. düşünce ne kadar tehlikeli görüldüyse, düşünürler ne kadar baskı altına alındıysa, türkiye o kadar geri gitmiş, demokrasi ve milli egemenlik o kadar sıkıntı yaşamıştır” dedi.
11 mayıs 2010 – metacafe kapatıldı.
6 haziran 2010 – bakan binali yıldırım “google’ı arıyoruz, telefona bile çıkmıyorlar. siz google’dan zengin misiniz, o da vergi versin” diyerek yasağı savundu.
4 kasım 2010 – youtube kapatıldı.
4 kasım 2010 – BM tarafından hazırlanan insani gelişmişlik indeksinde türkiye 169 ülke arasından 83. sıraya yerleşti.
5 kasım 2010 – UNDP tarafından açıklanan gelir adaletsizliği indeksinde türkiye 139 ülke arasında 64. oldu.
26 kasım 2010 – başbakan recep tayyip erdoğan “twitter mwitter ile olmaz gidin tezek kokusunu duyun” dedi.
14 aralık 2010 – Economist dergisi tarafından yapılan demokrasi sıralamasında türkiye 167 ülke arasında 89. oldu.
29 aralık 2010 – fizy kapatıldı.
22 şubat 2011 – vimeo ve youtube kapatıldı.
28 şubat 2011 – başbakan recep tayyip erdoğan “özgürlüklerle, demokratik standartlarımızla türkiye artık farklı bir ülke” dedi.
2 mart 2011 – blogspot kapatıldı.
Tuesday 1 March 2011
Mamak Cezaevi - Sen ağlama
Aynı anda başlatın derim. Hikaye aksın, müzik aksın. Elimden gelse Selo'nun araya girişlerini mute'liycem anasını satim. Ama Sırrı Abi'nin cevap verişlerindeki tonda ona da cevap var...
http://www.facebook.com/video/video.php?v=1290348019244
Saturday 26 February 2011
Ortadoğu'daki karmaşaya Erbil'den bakış
Yaşanan bu gelişmelerin, istikrar konusunda kısmi sıkıntılar yaşayan bölgede bir takım toplumsal dinamiklerin harekete geçmesine dolaylı yoldan da olsa neden olduğunu söyleyebiliriz. Kuzey Irak’ta artan politizasyon diğer arap ülkeleri ile kıyaslanacak seviyede olmasa da gözle görülür bir hal almaya başladı. Herşeye rağmen, İki hafta önce Süleymaniye’de başlayan protestoları Tunus, Mısır ve Libya ile aynı çerçevede değerlendirmemek gerektiğini düşünüyorum. Kürtlerin protesto sebepleri de yönetimin şeffaflaşması, daha fazla demokrasi, yönetimde olduğu düşünülen rüşvet ve adam kayırma gibi sebepler olsa da bölgenin farklı değişkenlere sahip özelliklerinin iyi okunması gerekiyor.
Yıllardır hüküm süren tek adam yönetimindeki devletlerde meydana gelen toplumsal hareketlerin dolaylı olarak etkilediği Kuzey Iraklılar kendi dinamikleriyle sokaklarda memnun olmadıkları hükümetlerini eleştiriyorlar. Goran hareketinin önderliğinde gelişen bu organizasyonun, eş zamanlı gelişen arap ülkelerindeki diğer protestolar ile benzerliği ise sadece halkta psikolojik olarak bir eyleme geçme güdüsünü tetiklemiş olması.
Fakat, 25.02.2011 tarihinde üniversitelerin bir aylık tatil edilmesi, Erbil girişinde bulunan kontrol noktalarından şehre giriş çıkışların yasaklanması. Kürdistan Bölgesel hükümetin acele toplanması ve 17 maddelik görece reform paketi açıklaması aslında bu coğrafyada da değişime ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bu sınavı nasıl atlatacağı sadece kendi geleceklerini belirlemekle kalmayıp Kerkük ve Musul için de belirleyici olacak.
25.02.2011 tarihinde Kerkük’te yaşanan karışıklıklar sebebi ile, çok sayıda peşmerge kuvvetinin Kerkük ve çevresine naklinin yapılması, Irak Hükümetinin eylemsiz kalması gerekçesi ile açıklandı. Çok enteresandır ki bu çok önemli haber Türk Medyasında yer almadı. Goran hareketinin Kürt oylarını bölmesi ile yönetimini kaybettikleri Kerkük’e, Kürtlerin, Türkmenlerin ve Arapların güvenliklerini sağlamak için girdiğini açıklayan peşmerge kuvvetleri, sanırım bölgeden kolay kolay çıkmayacak ve Kerkük sorununun çözümünün ötelenmesine de sebep olacaklar. Yakında Türk medyasında Kerkük ile ilgili provakatif haberler görmeyi de bekliyorum.
Dün akşam Erbil sokaklarında Kürdistan federal yönetimi bayraklarıyla şehri dolaşan konvoyların olması, halkın, düzeltilecek şeylerin olduğunu gördüğünü fakat bölgesel yönetimlerinin devamı için birlik olmaları gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyuyor aslında. Konuştuğum insanlar da aynı görüşteler. Hemen yanı başlarında kaynar kazan durumunda olan Musul ve bir takım güçler tarafından sürekli kaynatılmaya çalışılan Kerkük örnekleri görüldüğünde can güvenliği, şeffaf yönetim anlayışının ve diğer isteklerin önüne geçiyor. Uzun soluklu bir demokrasi mücadelesine, bu şartlar altında girmeleri kolay da değil aslında Kürtlerin. Türkiye’nin 88 yıldır süren ve hala da varılamamış demokrasi mücadelesi kadar uzamaması ise tek dileğim.
Konumuza dönecek olursak, Türkmen Cephesi bir açıklama yaptı ve gösterilere katılmayacaklarını bildirdi ve Erbil’de halk bayraklarla sokaklarda. Yaşanan bu olaylar, hükümetin güven tazelemesine de sebep oldu Süleymaniye dışındaki bölgelerde. Süleymaniye ise kendine has dinamiklere sahip bir bölge. Halkının eğitim düzeyi diğer bölgelere oranla daha yüksek. Özelikle protestoların ilk gününde güvenlik güçlerini silah kullanmasını, yönetimin şeffaflaşmasını ve bölgelerine daha az yatırım yapılmasını protesto ediyorlar. Süleymaniye Talabani’nin Bölgesi ve Uzun yıllar Barzani güçleri ile savaştıkları da düşünülünce geçmişin getirdiği bazı birikmişliklerin de olabileceğini düşünüyorum bu protestolarda. Goran Hareketinin en güçlü olduğu bölge olan Süleymaniye’nin sesini dinleyecek mi bölgesel yönetim? Bunu zaman gösterecek.
Kürtlerin Kerkük Yönetimi Araplara kaptırmasına neden olan Goran Hareketi, Erbil’de ayrılıkçılar olarak görülüyor. Süleymaniye’de yaşanan olayların ardından Erbil’de ve Dohuk’ta Goran hareketine ait büroların yağmalanması da Kürt yönetiminin muhalefete hazır olmadığını da gösteriyor. Bence asıl aşmaları gereken sorun muhalefeti sindirebilmek.
Bölgeye huzurun hakim olması burada yaşayanların en büyük dileği. Bu huzurun da kolay bozulabileceğini sanmıyorum. Kuzey Irak'ın sahip olduğu güvenliğin bütün Irak'a yayılmasını dilemekten sanırım güzel bir temenni olacak..
Wednesday 23 February 2011
"Gizel"
Tiz zamanda Alejandro González Iñárritu gardaşınızın bahsi geçen filmi izlene!Zira ilgili yazısı müteakiben gelecektir.
Hürmetlen...
Emeğimizi hep görelim, gitmesin hiç zaya
Saturday 19 February 2011
Rüya
Gazete okumaya bi ara mı versem acaba? Nayır, nayır... Medyanın bi günahı yok, Ece'nin günahı hiç yok. Bu yalnızlığa, tek tüfekliğe bi ara ver(e)mediğim için galiba bu rüyalar :)
Ama Ece'yi de çok severim. Özgür'ü de pek çok severim. En iyisi, "hayırdır inşallah"ımı Özgür ve Ece için kullanayım kendimden uzaklaşayım.
"Seni baharmışın gibi düşünüyorum, seni..."
Nedendir bilmem sanki sürmüşler de beni memleketimden, her gidişimde hasretini yaşıyorum en derinimde.Her seferinde kulağımda Ahmed (Arif) abe ile giriş yapıyorum Amed’e. Öğütlerini dinliyor gibiyim abimin, ciğerden sesiyle Ahmed Arif’in.
Diyorum ya memleket hasreti yaşadığım ama Ahmed abi alıyor yüreğimden hasreti iki çift kelamıyla;
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip..
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının
Dayan kitap ile,
Dayan diş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Devam ediyorum.Umutla ama bu sefer…
Çocukken Hasanpaşa Hanı, önünden geçerken içine bakmaya çalıştığım hanlardandı. Tıpkı yine Diyarbakır’daki Deliller Hanı ve diğerleri gibi…
Annemse hep ellerimden çeke çeke “hadi kızıııım!” derdi. O zamanlardan kalma meraklılığım: )
Hep sorular sorduğumu hatırlıyorum. Belki her çocuk kadar ama bana mantıklı gelen bir cevap bulduğumda sustuğumu da hatırlıyorum!
İçinde yaşadığım şehrin hikayesini hep yaşamışım. Şehirden ayrıldığımda fark ettim.
Çocukken yediğim pekmezli yumurta kokusunu alınca hatırlıyorum hikayenin bir detayını daha, tıpkı diğer detayları gibi. Her gün az çok birazını yaşıyorum bu hikayenin evimde, annem ve kardeşlerimle.
Peki ya hikayenin geri kalanı?
Parçaları ancak Amed’in ta kendisinde bulabiliyorum. Her geldiğimde gözümü dolduran, yüzümü gülümseten bir o kadar da içimi coşturan, heyecanlandıran detaylarla karşılaşınca fark ediyorum güzelliğini herşeyin..
Yaşadığım bir hikaye var evet,ama bu aynı zamanda unutmaya başladığım bir hikaye. Diyarbekir’ i çok seviyorum,kokluyorum, soluyorum ve her girdiğimde yaşıyorum bir daha.
Karacadağ kokusu sinmiş tohumumuza bir kere!
Boşuna mıdır ki, Ahmed abi birini sevmeyi, düşünmeyi, Diyarbekir’î düşünmek, sevmek gibi anlatır?
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı.
Özlüyorum evet...
Amed' i detaylarıyla, uzun uzun başka bir yazıda anlatmak sözüm olsun.
Bir şehri duygusuz, hissetmeden anlatmak mümkün mü ki?
Erbil'de bir mekan, Costa Rica Coffee
Erbil'de hızlı internet ve güzel kahve için her zaman Costa Rica Coffee
Cafenin en belirgin özelliği ise çalışanlarının Kürt ya da Arap olmamaları. Nepal, Etiyopya ve Hindistan'dan gelen güleryüzlü gençlerin işlettiği cafede iletişim dili de haliyle İngilizce. Erbil'de hizmet sektöründe çalışan çok fazla yabancı var. Çalışma vizesi almanın kolaylığı ve ülkelerinin ağır ekonomik sorunları, ülkelerine gönderebilecekleri birkaç yüz dolar için bu gençleri yurtlarından uzakta çalışmaya yönlendiriyor. Özellikle hizmet sektöründe çalışan yabancıların çok olmasının bir sebebi de yerel halkın çalışma konusunda isteksizliği diyebilirim. özellikle kadınlar iş hayatının dışında olduğu için, zengin kürtler temizlik, çocuk bakıcılığı gibi bayan gerektiren iş gücü için Etiyopya'lı genç kızları çalıştırıyorlar. Erbil'de istihdan üzerine bir yazı yazdığımda daha geniş olarak açıklayacağım bu detayı şimdilik geçiyorum.
..
Bir sigara içip yazmaya devam edeceğim. Evet, Costa Rica Cafe'deyim ve burada sigara içmek yasak..
..
Erbil'de kapalı ve açık ortamlarda sigara içmek genelde serbest olduğu halde Cafe Costa Rica'da sigara içmenin yasak olması da mekanı ayıran bir detay.
Costa Rica Cafe uzun süre, en azından alternatifleri açılıncaya dek, geleceğim bir yer olacak gibi duruyor..
Fiyat için 3 yıldız verdiğim mekana, tadları için 4 yıldız, mekan tasarımı için ise 5yıldız veriyorum..
Müzük
Herhalde hayatımdaki en önemli uğraş müzik(şşhh matematik duymasın!)...
İlerde bir gün birşeyler yapıyor olacağıma eminim müzikle ilgili ama herşey zamanını beklermiş ya ben de köşemdeyim, zamanımı bekliyorum.Aman ha sahnelerde boy göstereceğim zamanı beklediğim anlaşılmasın:P
Sadece doğru zamanımı bekliyorum.İleride daha aktif ilgileneceğime hiç şüphem yok müzikle ama şu an o motivasyonda değilim. Eskiden ilgilenirdim ama şimdilerde sadece dinliyorum. Yoksa hiç bir zaman ertelemiş değilim müzik ile ilgili heyecanlarımı.
Müzik dinlemeye dair ilgim herhangi bir çocuktan farksızdı aslına bakarsanız,her çocuk müzük sever değil mi?Ama belki herhangi bir çocuktan farklı olarak annemin hep (hemen her zaman) anlattığı hikayeyi yaşayarak büyüdüm.
"Televizyonun karşısında put kesilmiş çalan şarkıyı dinlerdi,çıtı bile çıkmadan.Şarkı bittikten sonrada evin içinde şarkıyı söylerdi.Hiç anlayamazdık bir kere dinleyip nasıl hafızaya alıyor bu kız diye?"
Artık ne kadar seviyormuşsam dinlemeyi...
Ha bu hikayeden sakın her şarkının türkünün sözünü bir kerede ezberlediğim anlaşılmasın. Sadece dağarcığım çok geniştir. İlk kıtadan sonrası nanay bende...
Hala türkülerde herkes bana güvenip başlayayım mı der bende başla dedikten sonra türkü 2. kıtasında son bulur:)
Çok gereksiz şarkıları da maalesef bir kere dinlemeye göreyim, kesin nakaratını saçmasapan yerlerde mırıldanırken yanımdakilerin şaşkınlıkla karışık donuk bakışları ile karşılaşıyorum!
Müzik hayatımın hep her yerindeydi...
Derken bana müzisyen bir sevgili verdi bu hayat,sanıyorum bu sevgim içime sığamamış.Ya da müziği hayatımın her yerine sokunca sadece müzikle ilgilenenlerle ilgilenmiş bulunmuşum.Size bir sır eski manitam da güzel bağlama çalardı,şşşhh kimseler duymasın!!
İlk maaşımla kendime bir müzik arşivi yapmaya söz verdiğimi hatırlıyorum.O zamandan beri itina ile küçük sermayeye,kasetçilere para kazandırmaya çalışıyorum.Kalan tek kasetçi karanfildeki "Gizem Müzik".Bende daimi müsterileriyim.Ben girdiğimde hiç sesleri çıkmaz,yeni çıkanlara bir bakarım ya da rafları karıştırırım. Hiç sormazlar ne arıyorsunuz diye,alıştılar bana senelerdir:)
p.s. Dost,D&R gibi müzik marketlerden hoşlanmıyorum+alışveriş yapmıyorum.
Arşiv çalışmalarım hızla devam ediyor hala...
İnsanlara özlemlerimi,hayatımın önemli dönemlerini hep o dönemlere yüklediğim müziklerle hatırlıyorum.Bilmem garip mi ama bazı dönemleri hatırlarken o dönemde hayatımdaki ezgi geliyor aklıma.
Misal üniversite hayatımı düşününce aklıma Ankara'nın zamanının en ünlü mekanlarından Fikrim Bar geliyor. Orası ve orada dinlediğim muhteşem türküler, burnumun dibinde bana türkü söyleyen,derin adamlar,kadınlar...
p.s. Fikrim'den eser kalmadı artık SSK(bkz.Fikrim Bar,SSK İşhanı) dan ayrılalı yıllar oldu ama taşındığı yerden de ayrıldı şimdi,sanıyorum borçları yüzünden kapatılmış.Uzundur kapalıydı.Şimdi sakarya dışında bir yerde meşrutiyete çıkan bir sokakta(bkz. hatay sok.) yeni mekanlarını bugün açtılar.
Biz de burada daha mafyasız,temiz,müzisyenine emeğinin karşılığını veren,sosyalist geçinip daha emek kavramını hayatına sokamamış kafaların olmadığı bir Fikrim dileyerek,yeni mekanlarına hayır dileyelim ya'rabdan...
Hatırladığım en güzel konser sanıyorum 2005'te Fikrim'deki Cengiz Özkan konseriydi...
Bitlis yarışma ekibinde oynuyordum.Çalışmadan çıkmış kan-ter içinde eşofmanlarımla kendimi SSK' ya atmıştım,eşofmanın SSK'da çok faydalı bir şey olduğunu o zaman öğrenmiştim.Hiç sarkanınız olmuyor,erkek meemelesi gördüğünüzden olsa gerek,ooooh bir güzel çıkıyordum ki katları neden bu kadar zaman üstüm başım düzgün gitmeye gayret etmişim demekten alamamıştım kendimi.Zaten ondan sonra üniversite 3-4. sınıflar süklüm püklüm geçti...
Bize yanlışlıkla olsa gerek Cengiz babanın tam önündeki masa düşmüştü.O kadar etkilenmiştim ki O'nu o kadar yakından hissettiğimden kelli sanırım.
Çok derin güzel söyler kendisi.Hele ki serde gençlik aşk ateşiyle beraber varsa.
Çokta pahalıydı giriş ha,o detayı atladım sanmayın,zamanının parasıyla ki yıl 2005,yer sittiripohtan fikrim ama giriş 1O Milyor!
Neysem Fikrim'in yeri ayrıdır,bana sevdiceğimi kattığı için de.O yüzden pek laf edemem hala gidelim dediklerinde ayda yılda bir,ulen çakallar ben de olmasam kessin batmıştız ha!
Konsere dönelim konsere biz en iyisi tekrardan;
En önden bağlamasının akustik sesini dinliyordum zaten,sesinin de en çıplak halini.En ön masaya ses sitemi kar etmez malum,kolonlardan uzaksın o da malumunuz...
Ellaam adamı gözyaşlarıyla dinlediğimi hatırlıyorum.Hele ki hiç ama hiç unutamadığım bir "aşk bağrımda yar'açtı" söyleyişi vardı ki artık kalkmak istedim kalkamadım masadan, kafamı önüme eğip deriiiin bir iç çekip "Allahım!" dediğimi bir hayat daha verseler hatırlarım herhalde.Ne konserdi,peeh!Hiç içmemiştim hatırlıyorum. 1 bira da beleşti verdim birine gitti o kederle!
Niye mi içmedim?Bir de içseydim oy oy oy...
En kötü konseri hatırlamıyorum be bulutum!En güzelini hatırlayınca aklıma kötüsü gelsin istemedin herhal..
Hatırlar mıydınız?;
"Sadece Sizin Anlattıklarınıza İnandım..."