Sunday 28 November 2010

Asadur Amca ve Edinburgh'da Farsça

Uzun zamandır hayalini kurduğum şeylerden biri şu koca kıtanın en ucunda karşıma çıktı. Bugün Anadolu'nun en viran sokaklarında dolaşırken seslerini duymaya çalıştığım insanlar yok. Ne çanları çalıyor, ne dilleri konuşuluyor. Fakat onların nar taneleri gibi dünyanın dört bir yanına saçılmış, Suriye'de, Lübnan'da, Fransa'da, Uruguay'da doğan torunları var.

Konya Ermenilerinden Asadur Amca o bin taneden biri işte. Farsça kursunun ilk dersinin ilk teneffüsünde beni "Gel bakalım arkadaş" diye çağıran o tonton dede yani. Aslında bir Türk'e göre Ermeniler hakkında bildiklerim ortalamanın üstündedir diyebilirim. Fakat geçen her hafta sireli yeğpayrs hakkında yeni şeyler öğreniyorum ondan. O da benim bildiklerime şaşırıyor. O benim bayramımı tebrik ediyor, ben onun kutsal günlerini. Tıpkı eski günlerdeki gibi...
Beyrut'ta dünyaya geldiğinde daha Ermeniler Medz Yeğern'in şokunu atlatıp Avrupa'ya ve Amerika'ya kesin kes göçmemiş bir koloninin bir parçasıymış. Arapça konuşulan mahallelerde oynayıp, Fransız Katolik Ermeni okulunda Ermenice ve Fransızca öğrenir, başka dil bilmeyen babaannesiyle Türkçe konuşurmuş. Ta ki onbeş yaşına kadar. Perişanlık içinde yaşadıkları Beyrut banliyosundaki o getto adeta bir Anadolu şehriymiş. Bir komşuları Diyarbakırlı, diğeri Kütahyalı, Hemşinli, Antakyalı... Sonra ver elini Almanya, derken İngiltere, en son da Edinburgh. İşte böyle "insanoğlu kuş misali" dediklerinden bir insan hikayesi.
İlk dakikasından, "Ermeniler Türklere karşı çekinceli yaklaşır diye zannederdim" dedim. "Pratik olmak lazım" dedi kısaca. Sadece iki defa birkaç haftalığına tatil için gelmesine rağmen, Türkiye hakkında benden çok şey biliyor ve o kısa sürede ülkeyi benden çok gezmiş. Konuşabildiği fakat yazıp okuyamadığı orta anadolu Türkçesini, azimle ve ellisinden sonra dört sene özel kursa giderek mükemmel hale getirmiş. Hem de burada müzik eğitimi almış, hala burada yaşamaya ve üretmeye devam Emre Aracı'dan.

Özetle şunu diyeyim, konuşacak şeyimiz bir türlü bitmiyor. Benim Ermenilere merakım, onun da Türkiye ve Türk'lere merakı sayesinde bir konu açılınca düşünceler, bilgiler kesişmemezlik etmiyor. Mıgırdiç'in anlamını sormuştum mesela (buradan Ardıl'a selâm ederim :), "vaftizci (the baptist)" demekmiş. Bir hafta Orhan Veli getiriyor, arada anlayamadığı yerleri soruyor. Şu çalışma temposunda bir değişiklik olarak su gibi akıp giden kursun molaları da aynı heyecan ve muhabbetle geçiyor.

1 comment:

  1. valla bulut hem farsca ogreniyorsun hem de sohbetinin tadindan yenmez oldugunundan emin oldugum dolu dolu bi arkadas bulmussun :) ulen bir de edinburghdasin !

    selamlar asadur amcaya..

    ReplyDelete